Alev'in tarif günlüğü

26 Şubat 2015 Perşembe

Yemeğin salçalısı, poğaçanın labnelisi

Poğaçaya ciddi anlamda zaafım var. Geceleri karnı kazınan ve tırım tırım yiyecek bir şeyler aranan birisi olarak, eğer evde varsa, poğaça ilk tercihim oluyor ne yazık ki... O yüzden bu "baş düşmanımı" pek sık pişirmemeye çalışıyorum, pişirince de -evde başka seveni olmadığından- tüm tepsiyi bir, bilemediniz iki günde tek başıma silip süpürüyorum. 

Yine nefsime yenik düştüğüm bir günde daha önce Kitchen In Red'in sitesinde görüp denediğim ve kocama bile beğendirmeyi başardığım bir tarifi, üzerinde minik değişiklikler yaparak tekrar hazırladım. Bu reçetenin albenili tarafı hamurunda labne ve krema olması. Bu iki malzeme sayesinde, poğaça hamurunun dokusu adeta ipek veya kaşmiri andırıyor. Sırf bu pürüzsüz dokuyu hissetmek için bile bu tarif denenmeye değer!

Ben orijinal tarifte yazan kabartma tozunun yerine evde son kullanım tarihinin geçmesinden endişelendiğim yaş mayayı kullandım. Bayatlama süresinin kısaldığını gözlemlediğim için kabartma tozunu tavsiye ediyorum. Ama yaptığım gün tüketirim, beni kimse tutamaz diyorsanız yaş maya gayet uygun bir tercih.

23 Şubat 2015 Pazartesi

Makarnanın pazıyla arkadaşlığı

Fotoğraf makarna soğukken çekildiğinden peynir erimemiş. Siz bunun sıcağını hayal edin.
Çocuklara sebze yedirmek annelere has bir sanat dalı. Ege neyse ki sebzeyi seven bir çocuk, ama hiçbir sebzeyi makarnaya tercih etmez elbette. Bir sebze yemeğiyle makarnayı ayrı tabaklarda önüne sunsam direkt makarnaya yumulur, sonra da "ben doydum" diyip kalkmak ister. O yüzden makarnanın içine bilimum sebzeleri sokuşturarak tek tabakta her şeyi vermek daha zahmetsiz ve yeme süresini kısaltan bir hamle oluyor haliyle.

Pazıyı ailecek severiz aslında, yeşil mercimekle hazırlanan tencere yemeği gerçekten leziz oluyor mesela, mutlaka deneyin. Ama her seferinde böyle tüketmek sıkıcı. O yüzden elimdeki bir bağ pazıyı makarnaya sos olarak kullanmak istedim. Tek başına bir öğün olacak kadar güzel ve besleyici bir tarif oldu.

21 Şubat 2015 Cumartesi

Acele ve sağlıklı: Granola

Sabahları çok erken kalkan ve uzun bir yolcuğun ardından mesai saatinin başlamasına az kala iş yerine varan bir kocacığım var. Dolayısıyla kahvaltıya ayırabileceği pek vakti olmuyor. Dışarıdan alınan poğaça, simit tarzı hamur işlerinden kendisi ve midesi hazzetmediği için uzun süredir marketlerde satılan kahvaltılık gevreklerden ve yanında götürdüğü minik kutu sütlerden oluşan hızlı bir kahvaltıyla yetiniyordu.Fakat malumunuz bu gevreklerin en iyilerine bile bakarsanız "içindekiler" kısmının hiç bilmediğiniz bir dilde yazılmış kısa bir öykü tadında ve uzunluğunda olduğunu farkedersiniz. Üstelik hiç ekonomik değiller. Bir, bilemediniz iki hafta içinde epeyce para verdiğiniz paket bitiveriyor. Granola ve müsliler daha da pahalı ve içerikleri yine invert şeker şurubu gibi süper sağlıksız maddelerle dolu. Kısacası bu iş hiç içime sinmemeye başladı. Bu sağlıklı olma iddiasındaki sağlıksız kahvaltı modeline bir dur demeye karar verdim. Biraz araştırdım ve ev yapımı granola hazırlamanın hiç göz korkutucu bir yanı olmadığını, aksine son derece pratik, aynı zamanda bereketli ve çok ama çok sağlıklı bir tarif olduğuna kanaat getirdim. Üstelik evdeki malzemelere veya keyfinize göre pek çok ekleme çıkartma yapmak mümkün.
Granolanın hazırlık aşaması gerçekten çok kısa, pişirme süresi ise kek kadar. Buna rağmen koca bir tepsi dolusu kahvaltılık karışımınız oluyor. 45 dakikanızı ayırarak yaklaşık 10 gün boyunca tüketebileceğiniz, hem çok sağlıklı hem çok doyurucu bu pratik tarif bence acelesi olanlar için mükemmel bir kahvaltı veya atıştırmalık alternatifi...

15 Şubat 2015 Pazar

Şipşak şekersiz dondurma

Benimki gibi dondurma denilince gözleri ışıldayan bir çocuğunuz varsa hıphızlı bir şekilde -donma süresi hariç- ve içinize sinecek kadar sağlıklı bir dondurma hazırlamanız mümkün. Üstelik içinde kullanacağınız malzemelerin ölçüsünü istediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Temel olarak yapmanız gereken şey basit: çatalla ezdiğiniz olgun muzu, yoğurt, bal ve dövülmüş fındık ve cevizle karıştırmak. Daha sonra karışımı varsa dondurma kalıplarınıza, yoksa da benim gibi minik kağıt bardaklara paylaştırabilirsiniz. Bizim evde dondurma çubuğu tarzı bir şeyler vardı bardaktaki dondurmaya saplamak için fakat onun yerine tahta karıştırma çubukları da kullanılabilir. Kağıt bardakta dondurmanızı hazırlıyorsanız, derin dondurucudan çıkarttıktan sonra servis etmeden önce kağıt bardağı yırtıp atabilirsiniz, geriye nefis bir çubukta dondurma kalacaktır. Bu tarifi hazırlarken çeşitlendirmeler yapılabilir. Muz yerine başka bir meyve püresi kullanılabilir örneğin. Karışıma kuru üzüm, yaban mersini, minik doğranmış kayısı tarzı malzemeler eklenebilir. Yine hoş bir tat vereceğini tahmin ettiğim tarçın konulabilir. Hayalgücünüzü kullanabileceğiniz reçeteler daha heyecan verici değil mi?

14 Şubat 2015 Cumartesi

Kısır, kalbim sende

Bilmem ne düşünürsünüz kısır hakkında. Çok sık karşımıza çıktığı, hemen her evde bolca yapıldığı için hakir görülür sanki. "Yanına bir de kısır yaparsın, yeter işte" cümlesindeki o tanıdık ifadeden de anlaşılacağı üzere kısır,  sofradaki çeşidin artırılması amacıyla hemencecik "aradan çıkartılıveren" bir yan yemek olmaktan öteye geçemiyor çoğunlukla. Halbuki kısır, bizim mutfağımızın en mucizevi tatlarından biridir bence. Bir kere her evin kısırı başkadır, sınırsız kısır tarifimiz mevcuttur. O nedenle herkesin beğenebileceği bir kısır tarifi olduğuna inanırım ben. Ayrıca ince bulguru böylesine güzelleştirmeyi, içine katılan onca malzemeyle bu kadar zengin fakat uyumlu bir lezzet yakalamayı başarmak sihir yapmak gibi. 

Mutfakla kurduğum yakın dostluğa rağmen nedense bazı yemekleri hazırlarken basiretim bağlanır. Bir türlü hakkını vererek yapmayı beceremediğim tariflerin başında mücver ve kısır gelir. Ne yaptıysam, ne kadar püf noktası peşinde koştuysam da olmadı, olduramadım. Fakat sanırım geçen gün şeytanın bacağını kırdım. Onlarca denemeden sonra ağız tadıyla yenebilen, yavanlıktan uzak bir reçetem oldu. Aslında benim annem çok sade ve lezzetli kısırlar yapar, fakat -her anne gibi- ölçüsüz yaptığı için bir türlü gizli formülünü elde edemedim. Malzeme farklılığından dolayı birebir anneminki gibi olmadı evet ama benimki de kısır standartları çerçevesinde değerlendirildiğinde kesinlikle geçer not alacak bir lezzet seviyesindeydi.

13 Şubat 2015 Cuma

Fikir oğlumdan pişirmesi benden: Armutlu çikolatalı kek

Geçtiğimiz hafta sonu kek pişireyim dedim, fakat bugüne kadar denemediğim bir kombinasyon olsun istedim. Ege'ye sordum ne yapayım diye. "Armutlu olsun" dedi ve tam da ondan beklenecek şekilde "ve çikolatalı olsun" diye ekledi. Ege'nin aklından çıkmayan yegane lezzet çikolata sanırım. Armut ve çikolata birlikteliği aklıma fazlasıyla yattı. Daha önce bir elmalı kek tarifi denemiştim, onun ölçülerini kullanarak bir uyarlama yaptım. Gerçekten de nefis oldu; burada paylaşmadan edemezdim. 200 ml'lik klasik boydaki su bardaklarını ölçü kabı olarak kullanıp birebir aynı lezzeti yakalayabileceğinize eminim.

11 Şubat 2015 Çarşamba

Simit sen nelere kadirsin!

Türkiye'nin kendine has lezzetleri gerçekten paha biçilemez ve hiçbir şeye değişilmez. Simit de en kıymetlilerimizden. Bu kadar emek isteyen bir yiyeceğin gündelik hayatın bu kadar da merkezinde ve yaygın olması ayrıca şaşırtıcı gelir bana. Nerede olursak olalım sokağa çıktığımızda illa ki bir simitçi görürüz. Evde bile olsak sokaktan gelen "simiiiitçi" sesine aşinadır kulaklarımız. Tam da bu yüzden sıradan ve alelade görünür gözümüze. Halbuki bence simit; aslında anlatacak çok şeyi olan ama ketum, çevresindekileri kıskandıracak kadar yetenekli olduğu halde fazlasıyla alçakgönüllü, köşkte yaşayabilecek kadar zenginken küçük, sade ve mutlu bir yuvayı tercih eden son derece gururlu bir insana benzer.

Hazırlanması ekmekten daha zahmetli olmasına rağmen ekmek kadar hayatımızın içinde olan bu "sakin" lezzet, aynı zamanda bir o kadar da çabuk bayatlar, ömrü pek kısadır. Bir nevi hızlı tüketim ürünüdür. Yemek israfına tahammülüm minimum seviyede olduğundan bayatlayan simitleri asla çöpe atmam. Ya rondoda çekerek galeta unu yaparım, ya da ıslatıp camımızın önüne gelen kumrulara veririm. Bu kez, elimdeki bayat simidi daha önce televizyonda rastlayıp aklıma yazdığım bir tarifte değerlendirmek istedim. Hem kahvaltı hem de akşamüstü atıştırmalığı olarak tek tabakta tüm ihtiyaçlarınızı karşılayıp nefsinizi köreltecek bir lezzet oldu.

10 Şubat 2015 Salı

Brüksel lahanalı sebze çorbası

Haftalar sonra havanın tekrar dondurucu seviyelere gelmesiyle birlikte nihayet başlayan kar yağışı, kışa özel güzel bir şifa çorbası içmek için iyi bir bahane olabilir. İçinde tam bir kış sebzesi olan brüksel lahanası var. Şahsen çok severim brüksel lahanasını -özellikle de buharda pişirip sızma zeytinyağı, tuz ve limonla harmanlanmış halini- ama sevmeyeni çoktur. İşte bu tarif, brüksel lahanasını sevmeyenler için gelsin...

Pide yoksa focaccia yesinler

Ramazan pidesinin gönlümüzdeki yeri elbette ki ayrı ama İtalyanların pide cinsi ekmeği olan focaccia da çeşitlendirilebilirliği ve dokusu açısından yabana atılır bir lezzet değil doğrusu. (Bu arada dipnot: bizdeki poğaça ile focaccia kelimesinin kökenleri ortakmış sanırım) 

Daha önceleri beyaz unla birkaç focaccia denemem olmuştu. Gerçekten de istisnasız hepsi puf puf yapıları ve mis kokularıyla gayet cezbedici ve tatmin edici lezizlikte ekmekler olmuşlardı. Her seferinde aynı tarifi kullanıyordum, bu sefer yine aynı tarifi tam buğday unuyla denemek istedim. Malum evde minik bir kuzumuz var ve birçokları gibi organik tam buğday unuyla anne olunca tanışanlardanım. Aslında çok da iyi anlaşamıyoruz kendisiyle normalde ama bu sefer elektriğimiz tuttu. Şaka bir yana geçenlerde ekmek yoğurmayla ilgili bir püf noktası kulağıma çalınmıştı. Ekmek hamurunun yeterince yoğurulup yoğurulmadığını kontrol etmek için hamurdan bir parça koparmaya çalışıyoruz. Eğer hamur kolayca yırtılırsa durum nanay, yani o hamur yeterince yoğurulmamış ve "yorulmamış" demek. Ama eğer koparmaya çalıştığımız parça hamurda kalmak istiyor ve lastik gibi uzuyorsa doğru yoldayız demek. Bu noktadan sonra yoğurmayı bırakabilirmişiz. Ben de bu sefer hamurumu yeterince "yormaya" dikkat ettim ve böylece tam buğday unuyla samimiyetimi ilerletmiş oldum.

7 Şubat 2015 Cumartesi

Yeşil mercimek {kalp} ben

Etle arası pek sıkı fıkı olmayan biri olarak (denemedim ama rahatlıkla vejetaryenliğe geçiş yapabilirim gibi geliyor) bakliyatla büyük bir aşk yaşıyorum. Her gün önüme bulgur pilavıyla mercimek yemeği konsa yerim, o derece. Hatta köyde yaşasam daha mutlu olabilirim, özellikle yeme içme konusunda. Yeşil mercimeğin yemeğini her haliyle çok seviyorum ve benim için evde acilen yemek yapılması gerektiği durumlarda kurtarıcı menümün baştacı olarak yerini alır. Kıymam varsa kıymalı yoksa da sadece salçayla her zaman garanti ve süper sağlıklı bir lezzettir. Ayrıca yeşil mercimeğin, benim mutfakla haşır neşir olmamı sağlayan ilk yemek olması açısından da bende özel bir yeri vardır.

5 Şubat 2015 Perşembe

Fırında çıtır tavuklar

Bizim eve tavuk çok ender girer, çünkü son senelerde tavukların yetiştirilmesi ile ilgili duyduklarımız adeta midemizi bulandırıyor. O yüzden organik olmadığı sürece tavuk almaktan imtina ediyorum. O da maşaallah et fiyatında. Protein, malumunuz, kırmızı ette daha çok bulunduğundan organik tavuğu almayı da bu nedenle genellikle gereksiz buluyorum. Tavuğu bu kadar kötüledikten sonra tavuk yemeği tarifi vermek komik olacak. :) Ama bu gerçekten çok lezzetli oldu, paylaşmazsam olmaz!

3 Şubat 2015 Salı

Annenin çikolata fabrikası

Benim oğlan 4 yaşında ve her çocuk gibi çikolata denildiğinde onun için akan sular durur. Hatta tatlıyı kısıtlı miktarda vermeye çalıştığımız için Ege çikolata görünce kendini kaybeder desem yeridir. O yüzden onun tatlı ihtiyacını giderebilecek az şekerli veya şekersiz reçeteleri yakaladığım zaman hemen denemeye çalışırım. Daha önce birkaç defa hurmayla yapılan sahte çikolata trüfleri denemiştim, hapur hupur götürmüştü. Hatta, Charlie'nin Çikolata Fabrikası'na olan ilgisinden de faydalanarak, gizli bir çikolata fabrikam olduğunu söylemiştim; bu fikir onu çok heyecanlandırmıştı. Bu tarz tarifleri ona sunduğumda fabrikamda yaptığımı sanıyor.

Zencefilli portakallı pekmezli kek

Geçtiğimiz günlerde instagram'da gezinirken minigurme diye bir hesaba denk geldim. Çocuklar için besleyici, lezzetli, yaratıcı tarifler veriyor. Bugün bir değil birkaç tarifini birden denedim. Hepsi de gayet güzel oldu. Özellikle içine zencefil ve portakal kabuğu rendesi eklediği kek reçetesi beni benden aldı. Ufak tefek değişikliklerle benim uygulamam şu şekilde oldu:

Yumurtaları şeker ve pekmezle birlikte iyice kabarana kadar çırptım. Zeytinyağı, süt ve portakal suyunu ekleyip çok az daha çırptım. Portakal kabuğu ve zencefil rendelerini birlikte ekleyip karıştırdım. Son olarak un ve kabartma tozunu ekleyip spatulayla yavaşça hamura yedirdim. Muffin kaplarım biraz minikti, o yüzden 14 adedi doldu. Önceden ısıttığım 180 derecelik fırında normal kekten daha kısa bir süre pişirdim (yaklaşık 20-25 dakika). Kekler fazla kabarmadı ama tam buğday unundan beklediğim sıkı ve sert dokunun aksine içleri hava dolu, neredeyse hiç ağırlığı olmayan, hiç suçluluk hissetmeden birkaç tanesi art arda yenebilecek kıvamda kekler çıktı ortaya. Test edildi onaylandı, kesinlikle denenmeli!

Kendime itiraflar

Bloga ara verdiğim uzun süre içinde yemek yapmaya ve sevdiklerime tattırmaya olan tutkum hiç azalmadı, aksine arttı. Bu noktada bir itirafta bulunmam da gerekir ki; heves ettiğim, beni heyecanlandıran birçok konuda yeterince sebatkar olamamışımdır bugüne kadar. Belki bunu maymun iştahlılık olarak nitelendirmek de doğru olacaktır. Hatta belki sırf bu nedenle belli bir konuda uzmanlaşmakta zorluk çekiyorum. Mutfak konusunda uzman değilim elbette, olsa olsa tutkulu bir öğrenciyim diyebilirim. Ancak benim için önemli olan nokta bu tutkuyu kaybetmemiş olmam. Bunu, ekran başına her oturuşumda kendimi, istisnasız olarak, tarif siteleri içinde kaybolmuş bulmamdan anlıyorum. Saatlerce okuyorum, beni heyecanlandıran, mutlaka denemeliyim dediğim tarifleri not ediyorum. Hatta bazen dayanamayıp geceyarısı mutfağa girip pişirmeye başlıyorum. Bir yandan da öğrendikçe aslında ne kadar az şey bildiğimi keşfediyorum, öğrenecek daha ne kadar çok şey var telaşına kapılıyorum. Bence bu çok güzel bir telaş. İnsanı kamçılayan, yaptığı işe daha çok bağlayan bir duygu. Mutfağa olan ilgimi tetikleyen bir etken de aslında sıkılganlığım diye düşünüyorum. Çünkü her gün yeni bir yemek pişirmek zorunda olan bir anne olarak durmadan hepimizin aşina olduğu klasik tencere yemeklerini yapmaktan çok sıkılıyorum. Elbette her gün denenmemiş tarifler sunmuyorum aileme, vaktim elvermediğinden veya "benimkiler (eşim veoğlum) bunu yemezler şimdi" diyerek kolay kaçtığım, kaçmak zorunda olduğum oluyor. Ama pişirdiğim yemeğe illa ki ilave bir baharat veya malzeme ekleyemeye çalışıyorum.Deneyip çok beğendiğim, ailemin beğendiği reçeteleri mutlaka tarif defterime yazıyorum, bu benim için çok önemli. Doğal afet durumunda yanıma alacağım belki de tek eşyam bu defterler olur :) Aslında bu kadar yazıp çizmeme rağmen defterlerime gösterdiğim özeni bloga göstermememin temel sebebi yemek sunumu konusunda pek başarılı olmadığımdan yaptıklarımı fotoğraflamayı es geçmem. Açıkçası fotoğrafsız bir tarif, teknik açıdan ne kadar doğru olursa olsun, şahsen benim için hiçbir şey ifade etmez. Amma velakin pişirdiğim şeyin lezzetine o kadar odaklanıyorum ve piştiğinde çıkan kokuya o kadar kaptırıyorum ki kendimi, bırakın sunum hazırlayıp fotoğraf çekmeyi, daha saniyesinde tadına bakıp şeklini şemalini bozuyorum yaptığım yemeğin. Yine de böyle bir bahaneyle blogdaki paylaşımlarımı durdurmamın anlamı yok. Bu blogu öncelikle kendime derli toplu ve kalıcı bir arşiv oluşturmak için yazıyorum, bunu unutmamalıyım. 
"Kendime not" babındaki bu öz-motivasyon mektubumla birlikte yine kendime söz veriyorum ki bu mecraya gereken önemi göstereceğim. Bu mutfak deneyim ve maceralarımı kendime saklamaktan vazgeçeceğim.