Alev'in tarif günlüğü

10 Aralık 2015 Perşembe

Karnabaharla aranızı düzeltmeye talibim


Evde pek çok değişik tarif deniyorum, bilindik yemeklere bazılarınızın tuhaf karşılayabileceği dokunuşlar yapıyorum. Bazısı güzel oluyor, bazısı bir daha denenmemek üzere tarif çöplüğünde yerini alıyor. Kimi reçetelere fotoğraf eksikliğinden, kimilerini ise yazmaya üşendiğimden dolayı burada yer veremiyor olabilirim. Ve fakat bazen öyle bir şey çıkıyor ki ortaya, heyecandan yerimde duramıyorum. "Vay be nasıl da bu kadar lezzetli oldu, herkes yemeli bunu, herkes denemeli" diye düşünmeden edemiyorum. Şahsen güzel ve faydalı bulduğum bilgiyi her zaman için çevremle paylaşmaya kendimi mecbur hissetmiş, bunu şiar edinmiş bir insanım. Dün tam da bu söylediklerim doğrultusunda bir sevinç ve heyecan yaşadım. Ne zamandır denemek istediğim karnabaharlı pizza tabanından pişirdim ve tadı gerçek pizzaya o kadar yakın oldu ki paylaşmazsam çatlardım. Üstelik bu sefer tüm aşamaları fotoğraflamayı ihmal etmedim, o nedenle yapılış aşamasında hiçbir sıkıntı çekeceğinizi sanmam, kaldı ki gerçekten çok kolay bir tarif. Şahsen bir daha pizza hamuruyla, onun mayalanmasıyla, hele de ona şekil verme işkencesiyle uğraşmak çok anlamsız geliyor artık.

Öncelikle şunu söyleyeyim; internette pek çok karnabaharlı pizza tabanı tarifi bulabilirsiniz. Ben de didik didik araştırdım. Ama hemen hepsinde rendelenmiş karnabaharın suda haşlandıktan sonra bir tülbentte suyunun sıkılmasından bahsediyordu. Söyler misiniz Allah aşkına kim böyle bir şeyle uğraşmaya gönüllü aranızda? Sırf bundan üşendiğim için bilgisayar karşısında biraz daha vakit geçirip çok daha pratik bir tarif bulmayı başardım. Pizza tabanını bir gece önceden pişirip akşam eve geldiğinizde 10 dakika içinde pizzanıza son halini verebiliyor olmanız ise bu reçetenin hafta içi yapılabilecek top 10 yemek listenize girmesi için kafi bir sebep. Akşam 10 dakikada hazır ve tahmin edemeyeceğiniz kadar sağlıklı; daha ne olsun!

Yeterince gaza geldiyseniz buyrun tarife:

22 Ekim 2015 Perşembe

Pancarlı bolonez sos

Fotoğraflar gelene kadar bu pancarlarla sizi başbaşa bırakıyorum.
Kıymalı makarna sevenler el kaldırsın. Evet, sanırım iyi pişmiş bir bolonez sosa kimse hayır diyemez. Her ne kadar şipşak bir tarifmiş gibi gözükse de iyi bir bolonez sosun uzun uzun pişmeye ihtiyacı vardır. Ama hakkını yemeyelim, hazırlık aşaması oldukça kısadır. Dolayısıyla akşam eve vardığınızda henüz açlıktan mideniz sırtınıza yapışmamışsa on dakikada sosunuzu ocağa koyup bir saat boyunca kendisini unutabilirsiniz. Klasik bir bolonez sos nasıl yapılır derseniz daha önce lazanya tarifinde anlatmıştım. Defalarca denediğim bir tarif, şiddetle tavsiye ederim.

Fakat ben bugün hem daha kısa bir hazırlık aşaması olan, hem de fena halde zengin içerikli ve besleyici başka bir bolonez sostan bahsetmek istiyorum. Bu benim FoodTube'da tesadüfen gördüğüm ve not ettiğim bir tarifti. Michela Chiappa yapmış, adını da "baby bolognese" koymuş. Hatta videonun sonunda bolonezi, her lokmada iştahla ağzını açan bebeğine kaşık kaşık yediriyordu. Videosunu buradan izleyebilirsiniz. 

Şimdi sonbahar geldi, kök sebzeler pazarlarda arz-ı endam eylemeye başladı ve ben çok mutluyum. Kışın resmen sebzeye doyuyorum, hele de kök sebzelerin hastasıyım. İşte bu birazdan hazırlanışını anlatacağım bolonez sosta da rengiyle, tadıyla beni mest eden pancar var. Ayrıca şimdi bu satırları yazarken şöyle üstünkörü bir "gugıllama" ile pancarda A ve C vitamini, folat, potasyum, sodyum, kalsiyum, fosfor ve magnezyum olduğunu öğrendim. Kansızlık ve kabızlığa iyi geliyormuş bir de. Bu bilgiler yeterince özendirici olduysa artık pancarı, turşu konsepti dışında da tüketmeye başlarsınız umarım. :) En basitinden sebze çorbanıza ufak bir pancar atmakla işe başlayabilirsiniz. Çorbanın rengi de lezzeti de şahane oluyor, inanın.

Haydi şimdi tarife geçelim.

9 Ekim 2015 Cuma

Mücverim biçim biçim

Mücvere tek kelimeyle bayılırım. Öte yandan, kısa zaman öncesine kadar şu bildiğimiz klasik kızartılan mücveri yapmayı beceremiyordum. Karışımı hazırlıyorum, bir kaşık alıp kızgın yağa atıyorum, mücver yağın içinde bin ayrı parçaya bölünüyor, bir tarafı piştiğinde diğer tararfını çevirmek na-mümkün! Mücver kırıntılarını yağın içinden bir şekilde çıkartmayı başarsam bile mücver tavadaki bütün yağı çekmiş oluyor haliyle, mücver mi yiyorsun mücver aromalı yağ mı belli değil! Ondan sonra mücverin otlarını doğrarken harcadığım zamana mı acıyayım, kızartma yağlarının etrafa sıçramasına mı üzüleyim, karşımda can çekişen mücver partikülleri gördüğüme mi yanayım bilemiyorum. Bendeki bu mücver sevgisi olmasa inanın onlarca defa bu maceraya girişmezdim. Neticede şu an tek parça halinde mücverler pişirebiliyorum, evet o seviyeye geldim :) Bu işin püf noktasını tam olarak kavradığımda buraya net bir tarif yazarım, ancak hala hazır hissetmiyorum kendimi, kimsenin başını yakmam istemem. Zira benim başımın internetteki birtakım tariflerden dolayı çok yanmışlığı vardır. 

Velhasılı kelam gelin bugün fırın mücverden bahsedelim. Evet, biliyorum çoğunuz diyeceksiniz ki "klasik mücverin yanında fırın mücverin esamesi okunmaz". Haklısınız ama bu vereceğim tarife bir şans verin. Hele de bebeleri olanlar bu tarafa koşsun. Yanında yoğurtla birlikte tam bir öğün olabilecek besleyicilikte, üstüne üstlük çok lezzetli bir fırında mücver reçetesi keşfettim. (Orijinal tarifi Mini Gurme'nin sitesinde görmüştüm, ama başka eklemeler yaptım.) Oğlumla birlikte hazırladık,  sonra da bir güzel yedik. Siz de deneyin, denettirin.

19 Eylül 2015 Cumartesi

Hiç ekmek yapmamış olanlar, toplanın!


Bakın net söylüyorum; bu ekmeği yapın! Evde bugüne kadar hiç hamur işiyle uğraşmadıysanız bile yapın. Fazla fazla pişirin, derin dondurucuya atın. Öyle güzel kokuyor, öyle nefis oluyor ki, o kadar olur yani! 

Ekmek yoğurmak kimileri için terapi gibidir; siz de gıcık olduğunuz birilerini düşünerek sinirinizi ekmek hamurundan çıkartabilirsiniz mesela. Şahsen ben ekmek makinesinin rahatlığını pek seviyorum, ama siz "negatif enerjimi atayım" veya "zaten evde bir ekmek makinem eksikti, aman kalsın" diyorsanız hamuru aşağıda anlattığım gibi değil şöyle hazırlayacaksınız: ılık sütün içine şeker, bal ve mayayı karıştırıp ağzını kapatıp 5-10 dakika dinlendirin. Unla tuzu tezgaha veya büyük bir cam kaseye eleyin. Unun ortasında ufak bir havuz açıp içine sütlü karışımı, çırpılmış yumurtayı ve zeytinyağını döküp bir çatal yardımıyla havuzun kenarlarındaki unları yavaş yavaş toparlayarak karıştırın. Hamur biraz toparlanınca işleme ellerinizle devam edin. Bundan sonrası için bileğinize kuvvet diyebilirim. "Ay aman acaba çok mu yoğurdum?" filan demeyin, hababam yoğurun. Yorulana kadar, hamuru "yorana" kadar 10-15 dakika kadar yoğurun. Sonra hafifçe yağladığınız büyük bir cam kasenin içine hamuru yerleştirip kasenin üzerini streç filmle kapattıktan sonra 1 saat kadar mayalanmasını bekleyin. Maksat hamur iki katına çıksın. Sonrası aşağıda anlattıklarımla aynıdır efendim. Afiyet bal şeker olsun, hafta sonu kahvaltılarınız bu mis ekmeklerle şen olsun!

Not: Sosyal medyada takip ettiğim bir hesapta (cafekakao) görmüştüm bu tarifi. Malzeme ölçüleriyle biraz oynayıp kendi reçetemi oluşturdum.

11 Ağustos 2015 Salı

Veganların keki nasıl kabarır?


Baştan söyleyeyim: veganlıkla uzaktan yakından ilgisi olan biri değilim, ne var ki vejetaryenlik sempatizanıyım. Nerede vejetaryen bir lokanta görsem kıpır kıpır olurum, gözlerim ışıldar, içeri girip birşeyler atıştırmak için can atarım. Belki de hemen hepsinin özenli ve sıcak mekanlar olmalarıdır beni çeken, bilemiyorum. (Menüsünü baştan sona okumak için en az yarım saat harcanan, "bizde ne ararsan var abicim" zihniyetindeki müşteri ayırdetmeyen açgözlü ve kalitesiz lokantalardan öyle sıkıldım ki... Sırf bu zihniyetten uzak oldukları için bile sevilmeye değer vejetaryen mekanlar.)

Veganlık ise salt bir beslenme alışkanlığı olarak açıklanabilecek kadar dar çerçevede değerlendirilmemeliyse de işin yeme-içme boyutu beni fena halde aşıyor. "Hayatımdan sütü, peyniri, yoğurdu, yumurtayı, balı, tereyağını çıkartırsam geriye yiyecek ne kalır ki" diye düşünmeden edemiyorum. Kısacası bu fikir bana oldum olası pek bir aykırı geliyor. 

Ve fakat bu benim vegan bir kek tarifi denememe elbette ki engel değil. Beni bu reçeteyi merak ve sabırsızlıkla uygulamaya ve burada paylaşmaya iten en önemli neden, kek malzemeleri arasında elma sirkesinin bulunmasıydı. Evet, valla da sirke! "Nasıl olur, bu kek nasıl kabarır, sirke kokmaz mı?" derken fırının önünde -bu yaz sıcağında- nöbetçi askere döndüm. Başlarda umutsuzdum ama ortaya çıkan sonuç beni hayli şaşırttı: sıradan bir kek kadar kabarık, bir o kadar da nemliydi. Üstelik hazırlık aşaması yumurtalı keklere nazaran çok daha pratik. Sırf bunun için bile denemeye değer. Sadece 5-10 dakikanızı alacak, söz veriyorum, haydi mutfağa!

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Yıllardır yollarını gözlediğim köfte buymuş meğer!


Geçmişi, yeni evlendiğim zamanlara (2007) uzanan bir köfte yapma pratiğim var. Bu pratik, oğlumun doğumundan sonra ivme kazandı elbette. Bu süreçte -fırın ve ocakta pişmeye müsait- denemediğim köfte çeşidi kalmadı diyebilirim. (Çocuğu et sevmeyen annenin dramı :-P ) Artık köfte konusunda doktoramı verecek kıvama gelmiş olmama rağmen (ileri köfte pişirme teknikleri, köfte nasıl yoğrulur, köfteye doğru şekil verme yöntemleri, vb.) bir türlü o beklediğim "oooo, hanım(!), bugün döktürmüşsün" veya "mmm, anneciğim ellerine sağlık, bu köfteler nefis olmuş" methiyelerini duyamıyordum. Yılmadım, yeni tarifler denemeye, kıymalı veya kıymasız köfte harçları mıncıklamaya devam ettim. Ve nihayet bir gün, ansızın, o sabırsızlıkla beklediğim beğeni nidasını sevgilimden duymayı başardım (oğlum vejetaryen olma yolunda hızla ilerliyor, ondan ümidimi kestim artık): "Alev, bu köfte efsane olmuş"... Evet, evde yaptığım her şey yeniyor (bazen cebren ve hile ile elbette) ama emek ve zaman harcayarak ailem için hazırladığım yemeklerin onlar tarafından beğenilmesi bambaşka bir tatmin hissi, mutluluk ve keyif veriyor bana. Bundan böyle aile içinde "Yiğit beğendi" olarak andığımız İtalyan usulü domates soslu fırında köftelerin reçetesi, kalbine giden yol midesinden geçen herkes için geliyor. Buyrunuz!
Not: Tarifi Arda Türkmen'den uyarlayarak hazırladım.

Malzemeler:
Köfte için:
-500 gr orta yağlı kıyma
-1 bardak ekmek kırıntısı / galeta unu (ben bayat ekmekleri fırında kurutup sıcağı gidince rondoda çekerek galeta unu hazırlıyorum ve kavanoza koyup buzdolabında saklıyorum)
- 1 adet rendelenmiş / rondodan geçmiş soğan
- 2 adet yumurta
- 1 tutam kekik
- 1 tutam fesleğen
- tuz , karabiber

 Domates sos için:
- 1-2 kaşık zeytinyağı
- Soyulup doğranmış / rondodan geçirilmiş 4-5 adet domates (veya 400 gr.lık konserve domates)
- 2-3 diş sarımsak
- 1 tutam kekik
- 1 tutam fesleğen
- 1 tutam şeker
- tuz, karabiber

Üzeri için:
- 200 gr. rendelenmiş kaşar peyniri (veya fırında kolayca eriyen herhangi bir peynir)

Not: Hem sosta hem de köfte harcında fesleğen ve kekiğin tazesini kullanırsanız harika olur. 

1)  Köfte harcı hazırlamak için gereken malzemeleri bir araya getirip iyice yoğurun. Mümkünse yarım gün veya bir gün harcınız buzdolabında beklesin. Daha sonra ceviz büyüklüğünde yuvarlak köfteler hazırlayın.
2) Kalın tabanlı ve iyice kızdırdığınız tavada köftelerinizi dışları renk değiştirene kadar çevirin. Köfteler pişmeyecek, bir nevi mühürlenecek. Asıl pişme işlemi fırında olacak.
3) Köftelerinizin hepsini tek sıra olarak sığdırabileceğiniz, fakat aynı zamanda onları birbirine yakın tutabileceğiniz genişlikte bir fırın tepsisi alın, köfte toplarını yerleştirin.
4) Aynı tavada (tavayı sakın temizlemeyin) zeytinyağını ısıtın. İnce ince kıydığınız sarımsakları kokuları çıkana kadar kavurun ve domatesleri, baharatları ve şekeri ekleyip domatesler sularını hafifçe çekene dek sosu pişirin.
5) Güzelce kıvam alan domates sosunuzu köftelerin üzerine dökün ve en üste peynir rendesinizi serpin.
6) Önceden ısıttığınız 180 derece sıcaklıktaki fırında yemeğinizi pişirin.

21 Haziran 2015 Pazar

Kahvaltım şekil önümden çekil

Kahvaltıyı oldum olası çok severim. Ama kahvaltı etmesini değil, mükellef bir kahvaltı sofrasında uzun uzun oturmayı severim. Gözüm doyunca midem de doyar benim. Daha çok sevdiğim bir şey varsa o da uyandığımda çayın demlenmiş, ekmeklerin kızarmış, yumurtaların pişmiş, peynir, zeytin ve reçellerin sıra sıra dizilmiş olduğunu görmektir. Benim gibi geceleri neşeli böcek, sabahları muşmula surat olan birini, kalktığında kahvaltıyı hazır bulmasından daha fazla mutlu edecek ne olabilir ki zaten? Amma velakin "hayaller Paris, hayatlar Eminönü"...

Yine de eğer benim gibi uyandığında açlık hissetmeyenlerdenseniz ve acele etmeden kahvaltıyı hazırlama imkanınız varsa çeşidi bol, zengin bir sofra kurduktan sonra ortaya çıkan iştah açıcı sonucu seyretmek de aynı derecede keyif verir insana. Bu sofrayı sevdiklerinizle bol kahkahalı bir sohbet eşliğinde paylaşmaksa keyfinizi katmerlendirir. Geçtiğimiz pazar günü işte böyle bir kahvaltı soframız vardı bizim. 

Ben planlı davetlerden önce mutlaka ne hazırlayacağımı / pişireceğimi uzun uzun düşünürüm. Kendimce en pratik, ama aynı zamanda lezzetli yemekleri (riske girmeyi hiç sevmem, becerebileceğimden emin olmadığım tarifler için misafirleri kobay olarak kullanmak istemem) kafamda belirler, alışveriş listemi yapar, hazırlık için geniş bir vakit ayırır, öyle ağırlarım misafirlerimi. Aksi takdirde fena halde elim ayağım birbirine dolanır benim, panik olurum, mutfağın altını üstüne getiririm. Her ne kadar yarım saatte üç çeşit yemek çıkaranlara fena halde özensem de insan kendini bilmeli, işgüzarlık yapmamalı. Özünde pratik bir insan değilim, kader utansın. Hal böyle olunca, misafir geldikten sonra mutfakta yapılacak hemen hiçbir iş bırakmamak üzerine yoğunlaşıyorum.

Aynı şekilde bu sefer de aynı taktiği uyguladım ve kahvaltıdan sonra kullanacağım kahve makinesinin kahvesine, suyuna kadar her şeyimi hazır ettim. Sıcak olarak servis ettiğim iki şeyden biri ekmek üstü kaşar - sucuk, diğeri ise haşlanmış yumurtaydı. Ekmekler fırında bekliyordu, kapı çalınınca fırını çalıştırdım. Yumurtalar ise toptan vaziyette yumurta makinesinde piştiler. Bu ikisi dışında her şey sofrada hazırdı: birkaç çeşit peynir, yeşil ve siyah zeytin, pastırma, kaymak, bal, reçel, fıstık ezmesi, minik domates, salatalık, biber, tereyağı, kuruyemişler, ufak bir meyve tabağı ve mısır unlu muffinler.

Günün konusu işte bu kahvaltılık mısır unlu muffinler... Kahvaltı sofranıza renk ve çeşitlilik gelsin istiyorsanız bu muffinler sizin için biçilmiş kaftan. Benim gibi "sabah sabah uğraşamam"cılardansanız geceden kuru malzemeleri bir kapta karıştırın; zeytin, kuru domates, ceviz ve taze otları doğrayın, ayrı bir kapta karıştırıp buzdolabında bekletin. Böylece sabah tek yapmanız gereken fırını açmak ve malzemeleri hiç uğraşmadan bir araya getirmek olacaktır.

Muffinler hakikaten nefis oldular. Üstelik tek başına öğün olabilecek kadar doyurucu, besleyici ve bol malzemeli. İsterseniz geceden pişirin, sabah evden çıkmadan veya ofise gidince filan lüpletin. Afiyet olsun.

12 Haziran 2015 Cuma

Bir oturuşta bir tepsi yemelik poğaça

"Beni bu güzel poğaçalar mahvetti" diye şiirler yazdıracak kadar lezzetli bir poğaça tarifim var bugün. İçi sizi, dışı beni mest eder sevgili okurlar. Ancak uyarı levhamı da asayım hemen: sakın evde tek başınıza olduğunuz bir günde bu tarifi denemeyin, aksi takdirde bir tepsiyi aynı gün içerisinde bitirerek karbonhidrat komasına girebilirsiniz. Ben ettim siz etmeyin...

Bu reçeteye, bizim oğlanın okul pikniği için nasıl bir poğaça yapsam diye kara kara düşünürken Arda Türkmen'in sitesinde, "Kepekli dereotlu poğaça" başlığı altında, rastladım. İç harcındaki malzemeler, damağımda lezzetli titreşimler oluşturunca hemen kolları sıvadım ve mutfağa girdim. Hamuru mayasız olduğundan kısa sürede hazırlanabilmesi büyük bir avantaj bir kere. Ayrıca dereotu, kurutulmuş domates ve ceviz gibi çoğu çocuğun sıcak bakmadığı malzemeleri bir araya getirmesi bir taşla iki kuş vurmak gibi olacaktı. 

Dereotu, bana mutfakta en çok mutluluk veren otların başında gelir. Doğranırken yaydığı o koku bile yeter insanın mutfağı sevmesine. İstisnasız her seferinde de parfüm koklar gibi derin derin içime çekerim kokusunu ("deli mi ne ayol?").  Ayrıca dereotunun karakteristik bir lezzeti vardır, bazı yemeklerin tadını çok yükseklere taşır -özellikle enginar ve kabağa çok yakıştığını düşünüyorum. Aynı şekilde dereotunun poğaçaya da bambaşka bir karakter kattığını ve onu sıradan bir tuzlu hamur işi olmaktan kurtardığını düşünüyorum.

Varın öyleyse bu kadar özendirmenin üzerine mutfağa girin ve patlatıverin şöyle sıcacık dereotlu poğaçaları. 

Not: Piknik için yaptıklarımdan sadece bir tanesinin tadına bakabildiğim ve çok beğendiğim halde daha fazla yiyemediğimden dolayı rüyalarıma giren bu hain poğaçaları, ikinci defa pişirdiğimde hemen hepsini kendi başıma bitirdim. Evet, utanıyorum.

28 Mayıs 2015 Perşembe

"Çek abime iki lahmacun!"

Midem ağır yemekleri kadırmadığı için sevsem de kebapçılardan uzak duruyorum. Kebapçıya gidersem de yalnızca bir tane lahmacun sipariş ediyorum, midem ancak o kadarını kabul ediyor sağolsun. Fakat evde denediğim son derece basit tarif sayesinde mide spazmları olmadan doyasıya lahmacun yiyebildim. Şahsen dışarıda yediklerimden lezzetsel anlamda ayırt edemedim. Ayrıca fotoğraftan da gördüğünüz üzere lahmacunlarımın tabanını oluşturan yufkalar adeta bir lahmacun ustasının elinden çıkmış gibi kıtır kıtır ve orijinaline yakın güzellikteler. Kelimelerle nasıl anlatılır lezzetleri bilemiyorum, en iyisi deneyin ve kendiniz görün. 

27 Nisan 2015 Pazartesi

Nedir şu lahananın çektiği çile!


Evet, kabul ediyorum, lahana sıcak yemek olarak pişirildiği zaman, yani kapuska haliyle, pek de "ye beni" diyen bir görüntüye sahip değil. Aksine kokusu bile "hmm, şey başka yemek yok muydu ya?" dedirtecek seviyelere inebiliyor çoğu zaman. Kapuskaya bu itici imajını kazandıran ve evlerimize lahana alırken iki kez düşündürten en önemli sebepleri ise, sıkı durun, şimdi açıklıyorum: 1- Lahanayı neredeyse eriyene kadar pişirmek, böylece güzelim sebzenin faydasını da lezzetini de heba etmek 2- Lahanayı pişirirken kötü kokuyu engellemek için tencereye 1 tanecik defne yaprağı ve 1 kaşıkçık sirke koyuvermemek.

Lahanaya karşı senelerdir sürdürülen bu karalama kampanyasına artık bir dur demenin vakti geldi. İşte söylüyorum: aslında lahana lezzetlidir, kapuska nefistir. Okul ve işyeri yemekhanelerinizde, kötü esnaf lokantalarında, hatta kimi zaman kendi evinizde önünüze sunulan o kötü kokulu kapuskaları unutun! Gelin, lahanayı tatsız tuzsuz diyet listelerinin değil, kallavi akşam yemeklerinizin baştacı yapalım.

Orijinalinde parça etle pişirdiğim kapuska tarifime son iki seferdir vejetaryen bir dokunuş yaparak son zamanların "trend" malzemesi kinoayla hazırlıyorum, ve inanın bana şahane oluyor. Bu tarifi deneyin, hem çooook faydalı hem de sebzelerin en hesaplısı olan şu gariban lahanaya bir şans verin.

20 Nisan 2015 Pazartesi

Paketli toz pudinge hayır!

Evde tek bir tencere kirletip kendi pudinginizi yapmak o kadar kolayken nedendir o içeriği meçhul tozları tercih etmek? 
Belli bir süredir paketli ürünlere karşı ciddi anlamda garezim var. Cezbedici ambalajları ve pratik olma iddialarıyla biz tüketicileri ne de güzel kandırmayı başarıyorlar. Sağlığımızı ciddi anlamda tehdit eden bu sinsi dolandırıcılık senaryosunun oyuncuları olmak hiç zor değil. Nitekim -ve ne yazık ki- markete her gittiğimde müşterilerin en yoğun olduğu tarafın abur cubur reyonu olduğuna şahit oluyorum. Sigaraymış, alkolmuş, bunlar faso fiso! En büyük bağımlılığı işte bu abur cuburlar, paketli ürünler yapıyor. İnsanların bunları yedikçe yiyesileri geliyor. O kadar tatlı, o kadar lezzetliler ki artık doğal olan her şeyin tadı yavan gelmeye başlıyor. 
En büyük tehdit ise çocuklara yönelik, çünkü onlar için bu ürünlerin cazibesi hayli yüksek. Ayrıca abur cuburların çeşitliliği, fiyatlarının uygunluğu (dikkat ediyorum genellikle 1 TL civarı oluyor) ve yaşamımızın her alanını istila etmeleri gibi sebeplerden dolayı çocukları bu ürünlerden uzak tutmak artık imkansız bir hal aldı. Ufak yaşta bu aşırı tuzlu veya aşırı şekerli ürünlerin tadına alışan çocuklar bir daha başka şey yemek istemez oluyorlar. Bir anlamda "ağızları körleşiyor". Ebeveynlerse "çocuğum yemeğini yemiyor, bari aç kalmasın" diyerek tekrar tekrar bu ürünlere başvuruyorlar. Sonuçta bu bir kısır döngü halini alıyor; siz aldıkça çocuğunuz yiyor, sonra yedikçe daha çok yemek istiyor ve sizi tekrar -kimi zaman ağlama krizleri eşliğinde- almaya zorluyor. Bu düzene ne kadar direnirseniz direnin ucundan kıyısından sizi de yakalıyor, bu bir gerçek. İleride obezitenin, kalp krizi ve kanser vakalarının ne denli arttığını gördüğümüzde içine düştüğümüz tuzağın farkına varacak mıyız acaba?

İşin en acıklı tarafı, bu bağımlılığın legal bir şekilde, üstelik allanıp pullandırılarak toplumun her kesimine çılgınca pazarlanması gerçeği. Hani "yalan ne kadar büyük olursa inandırıcılığı da o kadar büyük olur" diye bir laf vardır ya burada da benzer bir durum yaşanıyor. O kadar geniş bir kitle bu korkunç senaryonun içinde yer alıyor ki, tablo ne denli korkutucu olursa olsun, her şey son derece "normal" ve "yolunda" gözüküyor, toplumu bu tehlikeye karşı uyaranların sesleri ise sinek vızıltısı kadar cılız kalıyor.

Ben aslında çikolatalı puding tarifi verecektim, nerelere geldik yine! Sözün özü şu: elinizden geldiğince direnin, almayın paketli ürünlerden. Yapabiliyorsanız evde kendiniz yapmaya çalışın, yoksa da yemeyiverin canım, ölmezsiniz ya! Haydi şimdi geçelim her defasında aynı lezzeti yakalayacağınızı garanti ettiğim çikolatalı pudingin tarifine...

8 Nisan 2015 Çarşamba

Biraz da "Britiş" kahvaltısı edelim

 
Türkiye'deki yabancı turist yoğunluklu otellerden birinde kaldıysanız o at maması görünümlü, neden tercih sebebi olabileceği hiçbir şekilde tahmin edilemeyen yulaf lapasına büyük olasılıkla rastlamışsınızdır. Gerçekten de hiç tadına bakma isteği uyandırmaz. "Üstüne para verseler yemem" cinsinden bir kahvaltılıktır. Gerçi şunu belirtmeliyim: Türkler olarak dünya üzerindeki hiçbir kahvaltı çeşidi bizi tatmin edemez, net! Yalnızca kahvaltı soframızla bile dünya mutfağının bir numarası olabilecek kalitedeyken nasıl oluyor da bu kadar az tanınıyoruz, işte o da kesinlikle anlayamadığım bir mevzu.

Türk kahvaltısını hiçbir şeye değişmemekle birlikte değişikliklere son derece açığım, buna yulaf lapası bile dahil -elbette tatlandırılmış ve süslenmiş hali ile. Bildiğim kadarıyla pişirilmiş yulafı en çok Britanya'da tüketiyorlar, adına da "porridge" diyorlar. Tarifim de zaten dünyanın en meşhur İngiliz şefi Jamie Oliver'dan. Jamie'nin çeşit çeşit yulaf lapası hazırladığı videoyu görünce içimden "adam yine yaptı yapacağını, yulaf lapasını bile konuşturdu" dedim. Aralarında en beğendiğim ve hiç vakit kaybetmeden kendim için hazırladığımı sizinle paylaşmak istiyorum, buyrunuz...

Not: Reçeteyi iki kişiye yetecek şekilde ayarladım.

6 Nisan 2015 Pazartesi

Turta hamuruyla kim uğraşır ya?


Gerçekten tam da başlıkta belirttiğim üzere "turta hamurunu hazırlamakla kim uğraşacak ya" diyip canı elmalı turta çekenler için geliyor sıradaki parçamız. Bloglar ve web sitelerindeki tarifler arasında kendimi kaybetmişken buldum bu reçeteyi. "Üşengeç şef"ti blogun ismi yanlış hatırlamıyorsam. Elmaların doğranış şekli hariç (o rendeliyordu, ben minik minik doğradım) sadık kaldım reçetesine. Bir de milföy hamuruyla ilgili birkaç ufak ipucu ekledim yapılışını açıklarken. Milföy, tıpkı bu tarifte olduğu gibi, hayat kurtarıcı bir malzeme, fakat doğru şekilde kullanılması önemli, yoksa istediğiniz o güzel kabarmayı elde edemeyebilirsiniz. 

Not 1: Turtanın üzerine pudra şekeri serpildiğinde elbette çok daha güzel görünüyor. Ben bunu daha sıcakken misafirliğe götürmek için dışarı çıkardığım için façası biraz yamuk. Yenisini yaptığımda söz taze fotoğraf ekleyeceğim.
 
Not 2: Bunu yaptığım gün fotoğrafta görmüş olduğunuz turta tek seferde neredeyse bitmişti. Yani sizin anlayacağınız bu, "sofrada sürünen" tariflerden değil, tecrübeyle sabittir efendim. Afiyetler olsun.

2 Nisan 2015 Perşembe

Kadayıfı tuzla barıştırmak

Kadayıf bize özgü muhteşem bir malzeme, ama ne yazık ki kullanım alanı çok geniş değil, yalnızca tatlılarda ve çoğunlukla da usta ellerde kullanılıyor. Kadayıfın daha fazla eve girmesini belki yalnızca kadayıflı muhallebi tarifi sağlamış olabilir (hazırlanışının kolay olmasından dolayı) -ki dünyada en sevdiğim tatlılardan biridir. Ancak tuzlu bir kadayıflı reçeteye yakın zamana kadar hiç rastlamamıştım. Ta ki Refika Birgül'ün son yemek programında hazırladığı kadayıf mantıyı görene kadar... Oldukça hızlı hazırlanması en cezbedici özelliği. Üstelik son derece lezzetli! Mantı tadına oldukça yakın, ama bir o kadar da hafif, yani mantı gibi mideye oturmuyor. Bir tabak kadayıf mantısını bitirip üstüne rahatlıkla başka bir çeşit yemek yiyebilirsiniz. Fırında 10 dakika gibi çok çok kısa bir sürede piştiğini belirterek tarife geçiyorum.

20 Mart 2015 Cuma

Bazıları yulaf sever*

Kendinizi modern, sağlığını ve fit görünümünü korumaya özen gösteren bir birey olarak tanımlıyorsanız, yulafla hatırı sayılır bir hukukunuzun olması kuvvetle muhtemeldir. Sabah, çalıştığınız plazaya yetişmek için karga bokunu yemeden kalkıyor, akşamsa geç saatte bitirdiğiniz mesainin üzerine bir de spor salonuna yetişmeye çalışıyorsanız yemek yemeye vakit ayırmak adeta bir lüks haline gelmiş demektir. Elbette ki siz poğaça, simit gibi sağlıksız, karbonhidrat deposu atıştırmalıklara yüz verecek cinsten de değilsiniz. Enerjinizi tazelerken formunuzdan ödün vermek istemezsiniz. Her şeyiniz yüksek kalite, tabii ki aldığınız kalori de kaliteli olacak.

Konumuz yulaftı, nasıl buralara geldik? Yazıya nasıl başlasam diye düşünürken yulaf bana plaza çalışanlarını çağrıştırdı. Çünkü gerçekten de uzun süre tok tutmayan hamurişi atıştırmalıklara karşı yulafla türetilebilen onlarca kahvaltılık ve ara öğün seçeneği oradan oraya koşturanlar için adeta hayat kurtarıcı olabiliyor. Kısa süre önce verdiğim GRANOLA tarifi bence bunların başını çekiyor. Büyük bir kavanoz hazırlayıp buzdolabında saklayabiliyor, evden çıkarken de bir küçük kutu süt veya küçük bir kap yoğurt eşliğinde rahatlıkla yanınıza alabiliyorsunuz. Yine aynı şekilde evde sevdiğiniz kurumeyve ve kuruyemişleri yulaf ezmesiyle harmanlayıp müsli hazırlayabilir, aynı granola gibi tükebilirsiniz.

13 Mart 2015 Cuma

Ev yapımı "Nutella" desem...

Diyorum ki; bu blog yazısıyla alır yürürüm ben. Çünkü konumuz çikolatalı fındık kreması! Nutellası olmayınca kendini eksik hisseden, aniden bastıran tatlı krizlerini Nutella kavanozuna kaşık daldırarak dindiren genç kızların olduğu bir ülkede yaşıyoruz sonuçta. Bizim evde de her daim bulunur bu arkadaştan (arkadaş mı düşman mı belli değil), fakat sadece hafta sonları, o da kahve makinesinin arkasına saklanan Yiğit tarafından Ege'den gizlice ekmek üzeri tüketilir. Bense bir gece kuşu olarak, geceleri canım tatlı çektiğinde çay kaşığıyla minik minik aşırırım bu insanı durduk yere günaha sokan "pis" şeyden! Evet "pis" çünkü, "içindekiler"i okumak hiç de tadı gibi tatlı bir duygu vermiyor insana. Nutellanın içinde bir ben yokum, gerisini siz düşünün.

Ege'nin çikolataya olan düşkünlüğünden dolayı, tanıştığı takdirde Nutellanın bağımlısı olacağından ve kahvaltıda başka hiçbir şey yemek istemeyeceğinden eminim. O yüzden -her ne kadar içinizden kimileri beni ve Yiğit'i gaddar bulacak olsalar da- Ege'ye bugüne kadar hiç Nutella yedirmedik. Her ne kadar bu "içine şeytan kaçmış güzellik kraliçesi"ni oğluma yedirmek istemesem de onu mutlu etmeyi de bir o kadar çok istiyordum. Bundan bir süre önce Refika Birgül'e ait çikolatalı fındık kreması tarifini görünce gözlerimde ışıklar çaktı, sevinçten içim kıpır kıpır oldu. Hep böyleyimdir zaten; "ben bunu yaparım ya" dediğim bir tarif gördüğümde veya yaptığım bir yemeği çok beğendiğimde çok heyecanlanır, her şeyi detaylarıyla önüme çıkan herkese anlatma arzusuyla dolarım.Üstelik bu sefer Ege'nin de Yiğit'in de doğum günleri çok yakındı ve ikisini de acayip mutlu edecek ortak bir yeni yaş sürprizi olarak bu reçete biçilmez kaftandı. Kremayı yapmak için haftalar önceden kabuklu fındığımı aldım, kabuklarını kırıp hazır ettim.

Nihayet bugün Ege'nin doğum günüydü. Doğduğu günden beri yaşam enerjisiyle dolup taşan, bize varlığıyla mutluluk veren ve çok şey öğreten küçük prensimiz 4 yaşını bitirdi. Ben de o okuldayken Refika'nın verdiği ölçülerle biraz oynayarak (daha az çikolata koymak gibi), yapım aşamalarının her birinde cezbedici kokular yayan bir çikolatalı fındık kreması hazırladım ve akşam yemeğinden sonra Bozcaada'dan gelen "ada ekmeği"mle birlikte (meşhur alishiro'yu bilmeyenler buradan lütfen) Ege'yle Yiğit'e servis ettim. İkisi de kremanın daha tadına bile bakmadan sevinçten dört köşe oldu. Gerisini sizin hayalgücünüze bırakıyorum ve artık tarife geçiyorum.

6 Mart 2015 Cuma

Tuzlu muffin sevenler sizi şöyle alalım

Muffin denince akla kekin küçük porsiyonlarda sunulmuş hali geliyor çoğunlukla. Fakat kahvaltıda yiyecek farklı bir alternatif arayanlar veya börek yapmaktan sıkılanlar için çok hoş tuzlu kek ve muffin tarifleri var. Tuzlu hamurişleri özel ilgi alanım, pratik bir tarif gördüm mü hemen not ediyorum. Ve ne yazık ki kısa süre içinde de hemen hepsini ben tüketiyorum. Siz siz olun bu vereceğim tarifi misafirleriniz geleceği zaman veya başkalarıyla paylaşma imkânınız olduğunda hazırlayın. Hepsi size kalırsa benim gibi yiyip yiyip pişman olabilirsiniz. 

Aslında bu vereceğim reçete, yani Ispanaklı Peynirli Muffin, geçtiğimiz haftalardan birinde Ver Fırına programında yapılmıştı. Elbette kendi sitelerinden de aynı tarife ulaşmanız mümkün ama benim burada amacım "denedim, beğendim, işte böyle bir şey oldu, gönül rahatlığıyla pişirebilirsiniz" diyebilmek. 

Not: Bu muffinleri hazırlamak için mutfak tartısına ihtiyacınız olacak.

26 Şubat 2015 Perşembe

Yemeğin salçalısı, poğaçanın labnelisi

Poğaçaya ciddi anlamda zaafım var. Geceleri karnı kazınan ve tırım tırım yiyecek bir şeyler aranan birisi olarak, eğer evde varsa, poğaça ilk tercihim oluyor ne yazık ki... O yüzden bu "baş düşmanımı" pek sık pişirmemeye çalışıyorum, pişirince de -evde başka seveni olmadığından- tüm tepsiyi bir, bilemediniz iki günde tek başıma silip süpürüyorum. 

Yine nefsime yenik düştüğüm bir günde daha önce Kitchen In Red'in sitesinde görüp denediğim ve kocama bile beğendirmeyi başardığım bir tarifi, üzerinde minik değişiklikler yaparak tekrar hazırladım. Bu reçetenin albenili tarafı hamurunda labne ve krema olması. Bu iki malzeme sayesinde, poğaça hamurunun dokusu adeta ipek veya kaşmiri andırıyor. Sırf bu pürüzsüz dokuyu hissetmek için bile bu tarif denenmeye değer!

Ben orijinal tarifte yazan kabartma tozunun yerine evde son kullanım tarihinin geçmesinden endişelendiğim yaş mayayı kullandım. Bayatlama süresinin kısaldığını gözlemlediğim için kabartma tozunu tavsiye ediyorum. Ama yaptığım gün tüketirim, beni kimse tutamaz diyorsanız yaş maya gayet uygun bir tercih.

23 Şubat 2015 Pazartesi

Makarnanın pazıyla arkadaşlığı

Fotoğraf makarna soğukken çekildiğinden peynir erimemiş. Siz bunun sıcağını hayal edin.
Çocuklara sebze yedirmek annelere has bir sanat dalı. Ege neyse ki sebzeyi seven bir çocuk, ama hiçbir sebzeyi makarnaya tercih etmez elbette. Bir sebze yemeğiyle makarnayı ayrı tabaklarda önüne sunsam direkt makarnaya yumulur, sonra da "ben doydum" diyip kalkmak ister. O yüzden makarnanın içine bilimum sebzeleri sokuşturarak tek tabakta her şeyi vermek daha zahmetsiz ve yeme süresini kısaltan bir hamle oluyor haliyle.

Pazıyı ailecek severiz aslında, yeşil mercimekle hazırlanan tencere yemeği gerçekten leziz oluyor mesela, mutlaka deneyin. Ama her seferinde böyle tüketmek sıkıcı. O yüzden elimdeki bir bağ pazıyı makarnaya sos olarak kullanmak istedim. Tek başına bir öğün olacak kadar güzel ve besleyici bir tarif oldu.

21 Şubat 2015 Cumartesi

Acele ve sağlıklı: Granola

Sabahları çok erken kalkan ve uzun bir yolcuğun ardından mesai saatinin başlamasına az kala iş yerine varan bir kocacığım var. Dolayısıyla kahvaltıya ayırabileceği pek vakti olmuyor. Dışarıdan alınan poğaça, simit tarzı hamur işlerinden kendisi ve midesi hazzetmediği için uzun süredir marketlerde satılan kahvaltılık gevreklerden ve yanında götürdüğü minik kutu sütlerden oluşan hızlı bir kahvaltıyla yetiniyordu.Fakat malumunuz bu gevreklerin en iyilerine bile bakarsanız "içindekiler" kısmının hiç bilmediğiniz bir dilde yazılmış kısa bir öykü tadında ve uzunluğunda olduğunu farkedersiniz. Üstelik hiç ekonomik değiller. Bir, bilemediniz iki hafta içinde epeyce para verdiğiniz paket bitiveriyor. Granola ve müsliler daha da pahalı ve içerikleri yine invert şeker şurubu gibi süper sağlıksız maddelerle dolu. Kısacası bu iş hiç içime sinmemeye başladı. Bu sağlıklı olma iddiasındaki sağlıksız kahvaltı modeline bir dur demeye karar verdim. Biraz araştırdım ve ev yapımı granola hazırlamanın hiç göz korkutucu bir yanı olmadığını, aksine son derece pratik, aynı zamanda bereketli ve çok ama çok sağlıklı bir tarif olduğuna kanaat getirdim. Üstelik evdeki malzemelere veya keyfinize göre pek çok ekleme çıkartma yapmak mümkün.
Granolanın hazırlık aşaması gerçekten çok kısa, pişirme süresi ise kek kadar. Buna rağmen koca bir tepsi dolusu kahvaltılık karışımınız oluyor. 45 dakikanızı ayırarak yaklaşık 10 gün boyunca tüketebileceğiniz, hem çok sağlıklı hem çok doyurucu bu pratik tarif bence acelesi olanlar için mükemmel bir kahvaltı veya atıştırmalık alternatifi...

15 Şubat 2015 Pazar

Şipşak şekersiz dondurma

Benimki gibi dondurma denilince gözleri ışıldayan bir çocuğunuz varsa hıphızlı bir şekilde -donma süresi hariç- ve içinize sinecek kadar sağlıklı bir dondurma hazırlamanız mümkün. Üstelik içinde kullanacağınız malzemelerin ölçüsünü istediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Temel olarak yapmanız gereken şey basit: çatalla ezdiğiniz olgun muzu, yoğurt, bal ve dövülmüş fındık ve cevizle karıştırmak. Daha sonra karışımı varsa dondurma kalıplarınıza, yoksa da benim gibi minik kağıt bardaklara paylaştırabilirsiniz. Bizim evde dondurma çubuğu tarzı bir şeyler vardı bardaktaki dondurmaya saplamak için fakat onun yerine tahta karıştırma çubukları da kullanılabilir. Kağıt bardakta dondurmanızı hazırlıyorsanız, derin dondurucudan çıkarttıktan sonra servis etmeden önce kağıt bardağı yırtıp atabilirsiniz, geriye nefis bir çubukta dondurma kalacaktır. Bu tarifi hazırlarken çeşitlendirmeler yapılabilir. Muz yerine başka bir meyve püresi kullanılabilir örneğin. Karışıma kuru üzüm, yaban mersini, minik doğranmış kayısı tarzı malzemeler eklenebilir. Yine hoş bir tat vereceğini tahmin ettiğim tarçın konulabilir. Hayalgücünüzü kullanabileceğiniz reçeteler daha heyecan verici değil mi?

14 Şubat 2015 Cumartesi

Kısır, kalbim sende

Bilmem ne düşünürsünüz kısır hakkında. Çok sık karşımıza çıktığı, hemen her evde bolca yapıldığı için hakir görülür sanki. "Yanına bir de kısır yaparsın, yeter işte" cümlesindeki o tanıdık ifadeden de anlaşılacağı üzere kısır,  sofradaki çeşidin artırılması amacıyla hemencecik "aradan çıkartılıveren" bir yan yemek olmaktan öteye geçemiyor çoğunlukla. Halbuki kısır, bizim mutfağımızın en mucizevi tatlarından biridir bence. Bir kere her evin kısırı başkadır, sınırsız kısır tarifimiz mevcuttur. O nedenle herkesin beğenebileceği bir kısır tarifi olduğuna inanırım ben. Ayrıca ince bulguru böylesine güzelleştirmeyi, içine katılan onca malzemeyle bu kadar zengin fakat uyumlu bir lezzet yakalamayı başarmak sihir yapmak gibi. 

Mutfakla kurduğum yakın dostluğa rağmen nedense bazı yemekleri hazırlarken basiretim bağlanır. Bir türlü hakkını vererek yapmayı beceremediğim tariflerin başında mücver ve kısır gelir. Ne yaptıysam, ne kadar püf noktası peşinde koştuysam da olmadı, olduramadım. Fakat sanırım geçen gün şeytanın bacağını kırdım. Onlarca denemeden sonra ağız tadıyla yenebilen, yavanlıktan uzak bir reçetem oldu. Aslında benim annem çok sade ve lezzetli kısırlar yapar, fakat -her anne gibi- ölçüsüz yaptığı için bir türlü gizli formülünü elde edemedim. Malzeme farklılığından dolayı birebir anneminki gibi olmadı evet ama benimki de kısır standartları çerçevesinde değerlendirildiğinde kesinlikle geçer not alacak bir lezzet seviyesindeydi.

13 Şubat 2015 Cuma

Fikir oğlumdan pişirmesi benden: Armutlu çikolatalı kek

Geçtiğimiz hafta sonu kek pişireyim dedim, fakat bugüne kadar denemediğim bir kombinasyon olsun istedim. Ege'ye sordum ne yapayım diye. "Armutlu olsun" dedi ve tam da ondan beklenecek şekilde "ve çikolatalı olsun" diye ekledi. Ege'nin aklından çıkmayan yegane lezzet çikolata sanırım. Armut ve çikolata birlikteliği aklıma fazlasıyla yattı. Daha önce bir elmalı kek tarifi denemiştim, onun ölçülerini kullanarak bir uyarlama yaptım. Gerçekten de nefis oldu; burada paylaşmadan edemezdim. 200 ml'lik klasik boydaki su bardaklarını ölçü kabı olarak kullanıp birebir aynı lezzeti yakalayabileceğinize eminim.

11 Şubat 2015 Çarşamba

Simit sen nelere kadirsin!

Türkiye'nin kendine has lezzetleri gerçekten paha biçilemez ve hiçbir şeye değişilmez. Simit de en kıymetlilerimizden. Bu kadar emek isteyen bir yiyeceğin gündelik hayatın bu kadar da merkezinde ve yaygın olması ayrıca şaşırtıcı gelir bana. Nerede olursak olalım sokağa çıktığımızda illa ki bir simitçi görürüz. Evde bile olsak sokaktan gelen "simiiiitçi" sesine aşinadır kulaklarımız. Tam da bu yüzden sıradan ve alelade görünür gözümüze. Halbuki bence simit; aslında anlatacak çok şeyi olan ama ketum, çevresindekileri kıskandıracak kadar yetenekli olduğu halde fazlasıyla alçakgönüllü, köşkte yaşayabilecek kadar zenginken küçük, sade ve mutlu bir yuvayı tercih eden son derece gururlu bir insana benzer.

Hazırlanması ekmekten daha zahmetli olmasına rağmen ekmek kadar hayatımızın içinde olan bu "sakin" lezzet, aynı zamanda bir o kadar da çabuk bayatlar, ömrü pek kısadır. Bir nevi hızlı tüketim ürünüdür. Yemek israfına tahammülüm minimum seviyede olduğundan bayatlayan simitleri asla çöpe atmam. Ya rondoda çekerek galeta unu yaparım, ya da ıslatıp camımızın önüne gelen kumrulara veririm. Bu kez, elimdeki bayat simidi daha önce televizyonda rastlayıp aklıma yazdığım bir tarifte değerlendirmek istedim. Hem kahvaltı hem de akşamüstü atıştırmalığı olarak tek tabakta tüm ihtiyaçlarınızı karşılayıp nefsinizi köreltecek bir lezzet oldu.

10 Şubat 2015 Salı

Brüksel lahanalı sebze çorbası

Haftalar sonra havanın tekrar dondurucu seviyelere gelmesiyle birlikte nihayet başlayan kar yağışı, kışa özel güzel bir şifa çorbası içmek için iyi bir bahane olabilir. İçinde tam bir kış sebzesi olan brüksel lahanası var. Şahsen çok severim brüksel lahanasını -özellikle de buharda pişirip sızma zeytinyağı, tuz ve limonla harmanlanmış halini- ama sevmeyeni çoktur. İşte bu tarif, brüksel lahanasını sevmeyenler için gelsin...

Pide yoksa focaccia yesinler

Ramazan pidesinin gönlümüzdeki yeri elbette ki ayrı ama İtalyanların pide cinsi ekmeği olan focaccia da çeşitlendirilebilirliği ve dokusu açısından yabana atılır bir lezzet değil doğrusu. (Bu arada dipnot: bizdeki poğaça ile focaccia kelimesinin kökenleri ortakmış sanırım) 

Daha önceleri beyaz unla birkaç focaccia denemem olmuştu. Gerçekten de istisnasız hepsi puf puf yapıları ve mis kokularıyla gayet cezbedici ve tatmin edici lezizlikte ekmekler olmuşlardı. Her seferinde aynı tarifi kullanıyordum, bu sefer yine aynı tarifi tam buğday unuyla denemek istedim. Malum evde minik bir kuzumuz var ve birçokları gibi organik tam buğday unuyla anne olunca tanışanlardanım. Aslında çok da iyi anlaşamıyoruz kendisiyle normalde ama bu sefer elektriğimiz tuttu. Şaka bir yana geçenlerde ekmek yoğurmayla ilgili bir püf noktası kulağıma çalınmıştı. Ekmek hamurunun yeterince yoğurulup yoğurulmadığını kontrol etmek için hamurdan bir parça koparmaya çalışıyoruz. Eğer hamur kolayca yırtılırsa durum nanay, yani o hamur yeterince yoğurulmamış ve "yorulmamış" demek. Ama eğer koparmaya çalıştığımız parça hamurda kalmak istiyor ve lastik gibi uzuyorsa doğru yoldayız demek. Bu noktadan sonra yoğurmayı bırakabilirmişiz. Ben de bu sefer hamurumu yeterince "yormaya" dikkat ettim ve böylece tam buğday unuyla samimiyetimi ilerletmiş oldum.

7 Şubat 2015 Cumartesi

Yeşil mercimek {kalp} ben

Etle arası pek sıkı fıkı olmayan biri olarak (denemedim ama rahatlıkla vejetaryenliğe geçiş yapabilirim gibi geliyor) bakliyatla büyük bir aşk yaşıyorum. Her gün önüme bulgur pilavıyla mercimek yemeği konsa yerim, o derece. Hatta köyde yaşasam daha mutlu olabilirim, özellikle yeme içme konusunda. Yeşil mercimeğin yemeğini her haliyle çok seviyorum ve benim için evde acilen yemek yapılması gerektiği durumlarda kurtarıcı menümün baştacı olarak yerini alır. Kıymam varsa kıymalı yoksa da sadece salçayla her zaman garanti ve süper sağlıklı bir lezzettir. Ayrıca yeşil mercimeğin, benim mutfakla haşır neşir olmamı sağlayan ilk yemek olması açısından da bende özel bir yeri vardır.

5 Şubat 2015 Perşembe

Fırında çıtır tavuklar

Bizim eve tavuk çok ender girer, çünkü son senelerde tavukların yetiştirilmesi ile ilgili duyduklarımız adeta midemizi bulandırıyor. O yüzden organik olmadığı sürece tavuk almaktan imtina ediyorum. O da maşaallah et fiyatında. Protein, malumunuz, kırmızı ette daha çok bulunduğundan organik tavuğu almayı da bu nedenle genellikle gereksiz buluyorum. Tavuğu bu kadar kötüledikten sonra tavuk yemeği tarifi vermek komik olacak. :) Ama bu gerçekten çok lezzetli oldu, paylaşmazsam olmaz!

3 Şubat 2015 Salı

Annenin çikolata fabrikası

Benim oğlan 4 yaşında ve her çocuk gibi çikolata denildiğinde onun için akan sular durur. Hatta tatlıyı kısıtlı miktarda vermeye çalıştığımız için Ege çikolata görünce kendini kaybeder desem yeridir. O yüzden onun tatlı ihtiyacını giderebilecek az şekerli veya şekersiz reçeteleri yakaladığım zaman hemen denemeye çalışırım. Daha önce birkaç defa hurmayla yapılan sahte çikolata trüfleri denemiştim, hapur hupur götürmüştü. Hatta, Charlie'nin Çikolata Fabrikası'na olan ilgisinden de faydalanarak, gizli bir çikolata fabrikam olduğunu söylemiştim; bu fikir onu çok heyecanlandırmıştı. Bu tarz tarifleri ona sunduğumda fabrikamda yaptığımı sanıyor.

Zencefilli portakallı pekmezli kek

Geçtiğimiz günlerde instagram'da gezinirken minigurme diye bir hesaba denk geldim. Çocuklar için besleyici, lezzetli, yaratıcı tarifler veriyor. Bugün bir değil birkaç tarifini birden denedim. Hepsi de gayet güzel oldu. Özellikle içine zencefil ve portakal kabuğu rendesi eklediği kek reçetesi beni benden aldı. Ufak tefek değişikliklerle benim uygulamam şu şekilde oldu:

Yumurtaları şeker ve pekmezle birlikte iyice kabarana kadar çırptım. Zeytinyağı, süt ve portakal suyunu ekleyip çok az daha çırptım. Portakal kabuğu ve zencefil rendelerini birlikte ekleyip karıştırdım. Son olarak un ve kabartma tozunu ekleyip spatulayla yavaşça hamura yedirdim. Muffin kaplarım biraz minikti, o yüzden 14 adedi doldu. Önceden ısıttığım 180 derecelik fırında normal kekten daha kısa bir süre pişirdim (yaklaşık 20-25 dakika). Kekler fazla kabarmadı ama tam buğday unundan beklediğim sıkı ve sert dokunun aksine içleri hava dolu, neredeyse hiç ağırlığı olmayan, hiç suçluluk hissetmeden birkaç tanesi art arda yenebilecek kıvamda kekler çıktı ortaya. Test edildi onaylandı, kesinlikle denenmeli!

Kendime itiraflar

Bloga ara verdiğim uzun süre içinde yemek yapmaya ve sevdiklerime tattırmaya olan tutkum hiç azalmadı, aksine arttı. Bu noktada bir itirafta bulunmam da gerekir ki; heves ettiğim, beni heyecanlandıran birçok konuda yeterince sebatkar olamamışımdır bugüne kadar. Belki bunu maymun iştahlılık olarak nitelendirmek de doğru olacaktır. Hatta belki sırf bu nedenle belli bir konuda uzmanlaşmakta zorluk çekiyorum. Mutfak konusunda uzman değilim elbette, olsa olsa tutkulu bir öğrenciyim diyebilirim. Ancak benim için önemli olan nokta bu tutkuyu kaybetmemiş olmam. Bunu, ekran başına her oturuşumda kendimi, istisnasız olarak, tarif siteleri içinde kaybolmuş bulmamdan anlıyorum. Saatlerce okuyorum, beni heyecanlandıran, mutlaka denemeliyim dediğim tarifleri not ediyorum. Hatta bazen dayanamayıp geceyarısı mutfağa girip pişirmeye başlıyorum. Bir yandan da öğrendikçe aslında ne kadar az şey bildiğimi keşfediyorum, öğrenecek daha ne kadar çok şey var telaşına kapılıyorum. Bence bu çok güzel bir telaş. İnsanı kamçılayan, yaptığı işe daha çok bağlayan bir duygu. Mutfağa olan ilgimi tetikleyen bir etken de aslında sıkılganlığım diye düşünüyorum. Çünkü her gün yeni bir yemek pişirmek zorunda olan bir anne olarak durmadan hepimizin aşina olduğu klasik tencere yemeklerini yapmaktan çok sıkılıyorum. Elbette her gün denenmemiş tarifler sunmuyorum aileme, vaktim elvermediğinden veya "benimkiler (eşim veoğlum) bunu yemezler şimdi" diyerek kolay kaçtığım, kaçmak zorunda olduğum oluyor. Ama pişirdiğim yemeğe illa ki ilave bir baharat veya malzeme ekleyemeye çalışıyorum.Deneyip çok beğendiğim, ailemin beğendiği reçeteleri mutlaka tarif defterime yazıyorum, bu benim için çok önemli. Doğal afet durumunda yanıma alacağım belki de tek eşyam bu defterler olur :) Aslında bu kadar yazıp çizmeme rağmen defterlerime gösterdiğim özeni bloga göstermememin temel sebebi yemek sunumu konusunda pek başarılı olmadığımdan yaptıklarımı fotoğraflamayı es geçmem. Açıkçası fotoğrafsız bir tarif, teknik açıdan ne kadar doğru olursa olsun, şahsen benim için hiçbir şey ifade etmez. Amma velakin pişirdiğim şeyin lezzetine o kadar odaklanıyorum ve piştiğinde çıkan kokuya o kadar kaptırıyorum ki kendimi, bırakın sunum hazırlayıp fotoğraf çekmeyi, daha saniyesinde tadına bakıp şeklini şemalini bozuyorum yaptığım yemeğin. Yine de böyle bir bahaneyle blogdaki paylaşımlarımı durdurmamın anlamı yok. Bu blogu öncelikle kendime derli toplu ve kalıcı bir arşiv oluşturmak için yazıyorum, bunu unutmamalıyım. 
"Kendime not" babındaki bu öz-motivasyon mektubumla birlikte yine kendime söz veriyorum ki bu mecraya gereken önemi göstereceğim. Bu mutfak deneyim ve maceralarımı kendime saklamaktan vazgeçeceğim.